Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bahadır Bumin Özarslan sosyal medya hesabından açıklamalarda bulundu. Seçmen kimliğine dair önemli ifadeler kullan MHP'li Özarslan; "Anayasamızın 66. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, Türk’tür. 1924 ve 1961 Anayasalarında da yer alan ve yürürlükteki 1982 Anayasası’nda da aynen benimsenmiş olan bu hükme göre vatandaşlığın adı, “Türk vatandaşlığı”dır. Dolayısıyla Türkiye’deki seçmenler de seçme hakkı vatandaşlığa bağlı bir hak olduğu için “Türk seçmeni”dir. Bunun dışında bir nitelendirme yapmak; etnisite, mezhep veya herhangi bir başka etken yoluyla seçmen tarif etmek, Türk hukukuna aykırıdır." dedi.
Yaklaşan yerel seçimler sebebiyle kamuoyunun gündemi, ağırlıklı olarak seçimle ilgili muhtelif konulardan oluşmaktadır. Pek çok konunun eş zamanlı olarak konuşulduğu bu gündem, daha çok gündelik ve kısa süreli gelişmelere odaklanmıştır.
Bunun yanında, seçim gündemini teşkil eden ancak seçim dönemleri dışında da sürekli olarak gündeme getirilen bir konu daha vardır ki bu da “seçmen kimliği”dir. Seçmenleri, etnik aidiyetleriyle veya mensubu oldukları mezheple ya da ayrıştırıcı diğer başka etkenlerle nitelendirmek gibi bir alışkanlık oluşmuştur.
Özellikle belli çevrelerce tekrarlanan bu alışkanlık, zaman içinde başka çevrelere de sirayet etmiş ve farkında olmadan, yaygın bir kullanıma dönüşmüştür. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki seçme ve seçilme hakkı, kamu hukukundan kaynaklanan haklardır.
Seçme ve seçilme hakkı da dâhil olmak üzere kamu hakları, yalnızca o devletin vatandaşları tarafından kullanılabilir. Ayrıca kamu haklarında, şartlarını taşımak şartıyla hak sahipleri arasında bir eşitlik vardır.
Kamu hakları içinde yer alan seçme ve seçilme hakkı, şartlarını taşımak kaydıyla Türkiye’de yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları tarafından kullanılabilir. Seçmen olma şartlarını taşıyanlar arasında da herhangi bir sebebe dayalı ayrım yapılamaz.
Anayasamızın 66. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, Türk’tür. 1924 ve 1961 Anayasalarında da yer alan ve yürürlükteki 1982 Anayasası’nda da aynen benimsenmiş olan bu hükme göre vatandaşlığın adı, “Türk vatandaşlığı”dır.
Dolayısıyla Türkiye’deki seçmenler de seçme hakkı vatandaşlığa bağlı bir hak olduğu için “Türk seçmeni”dir. Bunun dışında bir nitelendirme yapmak; etnisite, mezhep veya herhangi bir başka etken yoluyla seçmen tarif etmek, Türk hukukuna aykırıdır.
Bu ve benzeri isimlendirmeler, seçme hakkının doğasına aykırı olduğu gibi Anayasamız ve ilgili mevzuatla da çelişmektedir. Bahsi geçen nitelendirmeler, gelişmiş olduğu kabul edilen/söylenilen Batı demokrasilerinde de söz konusu değildir.
Söz gelimi Almanya’da, “Cermen seçmen”; Fransa’da “Frank seçmen”, İngiltere’de “Kelt seçmen” tabirleri kullanılmaz. Hepsi de Alman, Fransız ve İngiliz millî/hukukî kimliğinin bir parçası olan bu etnik grup adları, seçmenleri nitelendirmede dikkate alınmaz.
Keza bu devletlerin seçmenleri için “Katolik, Ortodoks veya Protestan seçmen” gibi ayrımlar da yapılmaz. Seçmenler için hukuken yapılabilecek vatandaşlığa bağlı nitelendirme dışında, seçim bölgelerine bağlı olarak coğrafî ayrımlara gidilebilir; yer adları kullanılabilir.
Nitekim ABD’de yaklaşan seçimler sebebiyle yapılan ön seçimlerde seçmenler, “Amerikan seçmeni” tabiri dışında, eyalet adlarına göre sınıflandırılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de de anayasal bir hak olan ve vatandaşlığa bağlı olarak kullanılan seçme hakkının öznesi, yalnızca “Türk seçmeni”dir.
“Türk seçmeni” dışında bir nitelendirme yapılacaksa seçim mevzuatımız gereği, il ya da ilçe veya belde-köy-mahalle adları kullanılabilir. “İzmir seçmeni”, “Kağızman seçmeni” “Melekli seçmeni”, “Çilehane seçmeni” veya “Cevizlidere seçmeni” gibi yer adlarına ve seçim çevresine bağlı nitelendirmeler yapılabilir.
Aksi bir düşünce ve kullanım, terör örgütlerinin, özellikle de bölücü terör örgütü PKK’nın yaratmaya çalıştığı “çoklu kimliğe” ve dolayısıyla Türkiye’nin sokulmak istendiği “kimlik bunalımı”na hizmet etmek olacaktır.
Etnisite veya mezhep merkezli kimlik yaratma gayretleri, her biri Türk millî kimliğinin parçası olan etnik veya mezhebî kimlikleri, ayrıştırarak “Tek Millet”i bölmeye ve arkasından da “üniter Türk ulus devleti”ni parçalamaya yönelik adımlardır.
Söz konusu adımları bilerek ve isteyerek atanlar ile bilmeden ve istemeden atanlar arasında niyet farkı olsa da ortaya çıkan sonuç bakımından derin bir fark olmayacaktır. Bu sebeple seçme hakkı bağlamında kullanılan tabirlere dikkat etmek ve titizlik göstermek, son derece önemlidir.
Tabirlere ve kavramlara itibar etmemenin ve bunları ciddiye almamanın vahim sonuçları, Türk Tarihi’nin pek çok döneminde ve muhtelif coğrafyalarda acı örnekler olarak kayıt altındadır. Gaflet ve ihanet arasındaki ince çizgi ise her örnekte çok belirgin değildir.
Unutulmamalıdır ki Tarih’in kayıtlarına doğru şekilde geçmenin bir yolu da kavramları doğru kullanmaktan geçmektedir. Şaşmaz hüküm verici olan Tarih bazen, kasten işlenen suçlar ile neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçları, aynı kefeye koymak zorunda kalmıştır.
Bir başka deyişle Tarih, gaflet ve ihanet için her zaman süzgeç kullanmaz. Bu sebeple irade ve ifade sahipleri, tarihî ve millî bir yükümlülük olarak, atacakları adımlarda ve verecekleri beyanlarda, son derece dikkatli olmak zorundadır.
KAYNAK TÜRKGÜN