Böyle bir zatı anlatmak şu dar kelime kadrosuyla ne mümkün. Kelimeler O’nun büyüklüğünü taşımaktan acizdir. Ebû Zer Gıfârî (radıyallahü anh) hazretlerinin zühdünü, Allahü teâlâ ve O’nun Şanlı Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) olan muhabbetini manalar yüklenemez. Fakat şu kararmış dünyamızda böyle mübarek insanları denizde damla misali de olsa tanımak ruhumuza doyumsuz tatlar katacak, feyzlerine kavuşturacaktır. O’nu düşünen nasiplilerin gönlüne bir mahzunluk çöker. Hayatını okuyanlar satırlar arasından bile O’nun dünyadan kesikliğini sezer. Sanki mübarekliğini hisseder...
ASIL ADI CÜNDEB
---
O’nun hakkında güzeller güzeli Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), “Îsâ aleyhisselâmın tevâzuuna bakmak kendisini mesrur eden kimse, Ebû Zer’e nazar eylesin” buyurmuşlardır. Bunun için lakabı Mesih-ül-İslâm’dır. İsmi, Cündeb bin Cünâde. Müslüman olunca Efendimiz O’na Ebû Zer künyesini vermiştir. Benî Gıfar kabilesindendir.
RUHA GELEN FISILTILAR
---
Kabilesi de o zaman diğerleri gibi sapıklık içindedir. Putlara taparlar. O ise fıtratının temizliğinden bu işten nefret eder. Fakat ne gelir elden ki hemen herkes böyledir. İnsanların putlara tapmasına şaşar. Kavmi arasında atılganlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş, gücü kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştur. Fakat o bütün bu şöhretten, dünyalıktan tat almaz. Ruhu bir şeyi aramaktadır. Ruhuna sanki bir şeyler fısıldanmaktadır. Fakat ne... Nefret ettiği insanlardan uzaklaşmaya karar verir.
BANA BİR REHBER LAZIM
---
Kendi başına olmamaktadır. O’na bir rehber lazımdır. Dağlarda koyun güderken, kendi kendine “Lâ ilahe illallah” demeye başlar. Sonra bir daha, bir daha, bir daha... Büyük lezzet almaktadır. Üç sene arayışı devam eder. Ebû Zer Gıfârî habersiz bir şekilde hidayete adım adım yaklaşmakta iken, Muhammed aleyhisselâma Allahü teâlâ tarafından ilk vahiy gönderilmiş İslâm güneşi doğmuştur.
MEKKE’DE DE BİRİ BUNU SÖYLÜYOR
---
Artık insanlar birer ikişer Müslüman olmakla şereflenmekte, İslâm’ın nuru âlemi aydınlatmaya başlamaktadır. Bu haber gün geçtikçe yayılır. Nihayet Benî Gıfâr kabilesinin yurduna da ulaşır. Mekke’den gelen biri, Ebû Zer Gıfârî’nin “Lâ ilahe illallah” dediğini işitince, “Mekke’de bir zat var, senin söylediğin gibi ‘Lâ ilahe illallah’ diyor ve Peygamber olduğunu bildiriyor” der.
ABİ ÖYLE BİR ZAT Kİ...
---
Mübarek hâlden hâle girer. Şimdiden sevgilisinin kokusunu alır âdeta. Hemen kardeşi Üneys’i Mekke’ye gönderip bir haber getirmesini ister. Üneys doğruca Efendimiz’e gelir. O güzel yüzü, o emsalsiz sohbeti dinler ve kendinden geçer. Büyük bir hayranlıkla abisine koşar. “Abi vallahi öyle yüce bir zatı gördüm ki, hep hayrı, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırıyor. Vallahi o zat hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor. Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedirler” der...
(Devam edecek)
***
- Hımmm... Bu anlaşılabilir... Ama Allah tevbe kapısını açık bırakmış... Yıllar önce bir bayram namazı kılmıştım... Hoca söylemişti... Yani kendini bu kadar yiyip bitireceğine Allahın affetmesine güvensene oğlum... Biraz da neşelensene...
- Neşe izafi (göreceli) bir kavram dayı... Senin bana söylemek istediğin neşelenmede Rabb’imin yasağı varsa, ben neşelenmem... Benzetmek gibi olmasın mesela bir örnek vereceğim... Oğlun Cenk senin söylediğin hiçbir şeyi yapmıyor diyelim... Ve şımarıkça tersini yapıp, sevinç çığlıkları atıyor... Arkadaşlarıyla gülüp eğleniyor... Onun böyle neşelenmesi seni incitmez mi?.. Sen buna üzülmez misin?.. Oğlum beni dinlemedi diye... Bu neşelenme normal olabilir mi?..
- Evet ama oğlum en nihayetinde... Sonunda affederim...
- Peki Cenk sürekli bunu yapsa... Yani artık çocuk değil koca adam olsa... Sana yine diklense, ‘Yeter artık’ demez misin?..
- Evet...
- Sana itaat eden diğer oğlunu, Cenk’ten daha çok sever misin...
- Evet...
- İşte ben de Rabb’ime itaat eden sevgili bir kul olmak istiyorum... Tevbe et dediğin zamana kadar yaşayacağım belli değil dayı... Bugün birçok insan gençken ölüp gidiyor... Siz beni düşünmeyin lütfen... Ben böyle mutluyum... Kimseye bir zararım yok... Asi biri de değilim...
- Neyse ben kalkayım... Seninle anlaşamayacağız...
- Aaa... Abi kalkıyor musun?..
- Evet Pelin... Senin bu oğlunla anlaşmak zor... Gel bir şey söyleyeceğim... Eğer bir psikolog lazım olursa bana haber et...
- Yapma abi ya... O kadar kötü mü durumu?..
- Kafasını yıkamışlar bunun... Hiç iyi görmedim... Tuhaf mantıklar geliştiriyor... Gerçi hepsinin çağdaş karşılığını verdim ama anlamıyor... Neyse ben geç kaldım... Daha konsere yetişeceğim... Hadi baaay...
(Devam edecek)
***
Hâlid bin Saîd bin Âs hazretleri Peygamberimizin Eshabı içinde İslâmiyet’i ilk olarak kabul edenlerdendir. Dördüncü veya beşinci Müslüman olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. “Sâbikûn-ı evvelin” adı verilen ilk Müslümanlardan olduğu kesindir. Bir rüya üzerine Müslüman oldu. Rüyasında babası onu itip Cehennem’e düşürmek istedi. Tam bu sırada, Peygamberimizin, belinden yakalayıp, Cehennemin içine düşmekten koruduğunu gördü. Feryat ederek uyandı. Kendi kendine: “Vallahi bu rüya gerçektir” dedi. Dışarı çıkınca Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) ile karşılaştı. Ona rüyasını anlattı. Sıddık-ı Ekber “Hakkında hayırlı olsun! Bu kimse, Allahü teâlânın peygamberidir. Hemen git, O’na tabi ol! Sen, O’na tabi olacak, İslâm dinine girecek ve O’nunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rüyada gördüğün üzere Cehennem’e girmekten koruyacaktır. Baban ise Cehennem’de kalacaktır!” dedi. Bunun üzerine hemen Efendimize gidip Müslüman olmakla şereflendi.
***
>> En iyi insan kendini en kötü bilendir. En kötü insan, yanına yaklaşılamayandır.
>> Evliyanın sevilmesi; nefsini aradan çektiği, kendi menfaatini düşünmediği içindir.
>> En iyi iş, iyi insanlarla beraber olmak, en kötü iş kötü insanlarla beraber olmaktır.
>> Allahü teâlâ hepimizi dünya ve ahiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan Resûlullah’a tâbi olmak saadetiyle şereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hak, Ona tâbi olmayı, Ona uymayı çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür. Hakiki üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır.
>> Kalbin kararmış olmasının alameti, günahlardan, üzüntü duymaması, günahta ısrar etmesidir. İşlediği günahlardan dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık nasihat tesir etmez, gafletten uyanmaz.
>> Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına şefkat göster.
>> İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluktan maksat ise, her hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır. Allahü teâlâ için yaptığın her şey ihlastır. Halk için yaptığın her şey de riyâdır.
>> Eşin dostun gönlünü almak için günah işlemek, kendini ateşe atmak ahmaklıktır!
Kaynak: Türkiye Gazetesi