İmtihan sahası olan dünyada yaşayacağız, ahirette tartılacağız. Yüce Yaradan’ın huzurunda gerçekleşecek tartı, ölçü ve bütün hesaplar!
Hayatımızın en ince ayrıntılarını kaydeden defterimiz orada her şeyi ortaya koyacak. Konuşmaktan, muhasebemizi yapmaktan imtina etsek de, dilimiz konuşmasa, ellerimiz, ayaklarımız, derilerimiz dile gelecek ve şakıyacak bülbül misali! Anlatacak bir bir yaptıklarını!
Dünya hayatımızdaki belgelerimizi bir bir dile getirecek ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz, kulaklarımız, derilerimiz, istesek de istemesek de!
Demiyor muydu Yüce Yaradan:
“Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu görür. Kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür. (zilzal: 7-8)
Kayda geçmiştir çünkü zerre miktarı, atom kadar küçücük olan her şey!
“Onlar biz onların fısıltılarını dahi işittiğimizi ve yanlarında bulunan elçi meleklerimize yazdırdığımızı bilmezler mi?” Zuhruf : 80)
İnsanlara yaptığımız zulümler, ettiğimiz tezyif ve tahkirler, kınamalar! Birisini alaya almak için kaş göz işareti, küçük büyük her şey yazılmıyor mu sanıyoruz
Tartılmamak için, muhasebeye çekilmemek için, defterimizle yüzleşmemek için kim bilir yine ne hilelere, ne dolaplara başvuracağız ama heyhat! Kaçacak yer olmayacak, tartılacağız.
Ebedi zannettiğimiz bu dünyada, hayatı bize bahşedeni, hayatı yaşayacağımız bütün imkânları lütfedeni düşünemedik ve bütün bütün kaybettik!
Belki bu gün, belki yarın, belki bir ay sonra ya da üç beş ay sonra veya beş on yıl sonra huzuruna varacağımız ve “Ne yaptın kulum?” diye soracak olan Yaradan’a ne cevap vereceğiz?
Tıkanan kalp damarlarımızı açtırmak için önüne yattığımız cerrah’ın damar yolunu açmasıyla yeniden dönüyoruz yaşama!
Peki kalbimizde hissettiğimiz kirlenme, damarlarımızda dolaşıp duran kirli akım, yarın kalp, damar, kirlilik, temizlik ayrışması yaşanacak anda verebileceğimiz cevabımız nedir acaba?
Dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren hep o tartı ve muhasebe anına doğru yol alıyoruz. Gelip gitmeyen yok, gidip de dönen yok. Zengin fakir, dünyanın neresinde yürürsek yürüyelim, yerde gökte, karada denizde…
Kirlenmiş bir kalple huzura gitme, kara bir yüzle, hüsran içinde, malın ve evladın fayda vermediği günde, “Kaçış nereye? “ demenin bir anlamı yok!
Günümüzde birbirimiz ile korkunç bir uzaklık, bir kopuşma var. Sanki İlahî mesajdaki ayet: “ O gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından… kaçar”ı (Abese:34-36) yaşıyoruz.
Kendimize sormamız gerekmiyor mu? Nedir bu hal? Şu anda kıyamet gününü yaşamıyor muyuz? İnsanlık giderek daha fazla çürüme, yıkım ve ölümle yüz yüze, en büyük insanlık felaketleri yayılıyor. Ahlâkî, siyasî ve ekonomik boyutlarda iflas yaşanmıyor mu?
Virüs girdi ruhumuza, kalbimize, iç dünyamıza! Benlik virüsü! Uyuşturdu bizi dünya ve narkoz etti ahiretimizi! Halbuki İslâm dini benlik virüsüne karşı müthiş bir ahlak prensibi koymamış mıydı ortaya?
Kendimiz şiddetli ihtiyaç içinde olsak da kardeşlerimizin iyiliğini, ihtiyaçlarını tercih etmek, kardeşlerimizin acısını kendi acımızdan önemli görmek gerekmiyor muydu?
Özverinin ve fedakârlığın zirvesinde bulunan Hz. Ebu Bekir (R.A) : “Başkalarının acısını dindirmek için acı çekmek hakiki cömertliktir.” Buyurmamış mıydı?
Dünyaya kul-köle olduk. Yapamadık iç mücadelemizi! Zahmetsiz rahmet bekledik Yüce Yaradan’dan! Bedava zannettik her şeyi!
Böylece oruç tutuyoruz zannettik ama oruç tutmadık! Zekât veriyoruz zannettik ama zekat vermedik! Hacca gidiyoruz zannettik ama hacca gitmedik! Namaz kılıyoruz diye kendimizi kandırdık ama kılmadı bizi namaz!
Lüks arabalarımız oldu, gırtlağımıza kadar gömüldük ahlaksız siyasetin batağına, kapış kapış elde ettik haram dolu ihaleleri, başladık ihtişamlı villalarda yaşamaya ama adam gibi adam olamadık! Bırakmadık dünyada huzur! İslam’ın öğrettiği güzelliği, evrenselliği ve herkesi kucaklayan sınırsız aşkı yaşayamadık, yaşatamadık birbirimize ne yazık ki!
Dünyaya nizâmat vermek sevdasıyla başladığımız siyasetimizi dünyanın başına bela ettik! Bize de yar olmadı, âleme de yar olmadı!. Batsın yerin dibine, değil bize; bütün cihana huzur ve refah getirmeyen siyaset!
Ümmet olamadık Muhammed Mustafa’ya (A.S), Kâinatın mimarının tevhit evinin temelini atan İbrahim’in torunlarıyız ama ne yazık ki, Hz. Hüseyin ve Hz. Hamza’nın, mübarek kanlarının dökülerek Şehit edilmelerinin anlamını idrak edemedik. “ Mümin müminin aynasıdır.” hakikatını taşıyamadık.


