Toplumların yükselişi de çöküşü de adaletle başlar. Ancak çoğu zaman gözden kaçan bir gerçek vardır: Ahlâk olmadan adalet var olamaz. Çünkü adalet, yalnızca mahkeme salonlarında ya da kanun kitaplarında değil; bireylerin vicdanında, karakterinde ve davranışlarında filizlenir.
Bugün “adalet” kavramı çoğu zaman yasal bir meseleye indirgenmiş durumda. Oysa kanunlar tek başına adil bir toplum yaratmaya yetmez. Eğer kanunu uygulayan, kararı veren, gücü elinde tutan kişilerde ahlâkî bir pusula yoksa, en mükemmel yasalar bile zalimce sonuçlar doğurabilir. Adalet, ancak ahlâkla yoğrulmuş bir vicdanın ürünü olduğunda gerçek anlamına kavuşur.
Ahlâk Adaletin Vicdanıdır
Ahlâk, bireyin kendi iç mahkemesidir. İnsan, kimsenin görmediği yerde doğru olanı yapabiliyorsa, işte o zaman ahlâklıdır. Bu iç disiplin olmadan, dışarıdan dayatılan kurallar bir süre sonra şekilciliğe dönüşür.
Adaletin kökleri de işte bu iç disipline dayanır. Ahlâk çöktüğünde adalet biçimsel bir maskeye dönüşür; güçlülerin zayıfı ezdiği, çıkarların vicdanı bastırdığı bir düzen ortaya çıkar.
Farabî’nin ifadesiyle “erdemli şehir”, adaletin ve ahlâkın birlikte inşa edildiği yerdir. Aristoteles, adaleti “erdemlerin en yücesi” olarak tanımlar. Kant’a göre ise ahlâk, insanın kendine koyduğu yasadır; dış baskı olmadan doğruyu seçebilme yetisidir. Bu düşünürlerin ortak noktası, adaletin kaynağını dışsal otoritede değil, insanın içsel erdemlerinde aramalarıdır.
Ahlâksız Güç, Güçsüz Adalet
Günümüzde pek çok toplum, adalet krizinin ortasında. Hukukun üstünlüğü yerini kişisel çıkarların üstünlüğüne bıraktığında, ahlâksız güç adaleti boğuyor.
Adalet sisteminin düzgün işlemesi için sadece yasaların değil, o yasaları uygulayan insanların da ahlâklı olması gerekir. Ahlâksız bir adalet sistemi, suçu cezalandırırken bile haksızlık yapabilir.
Bugün bir ülkede adaletin tartışılıyor olması, aslında ahlâkın tartışılıyor olmasıdır. Çünkü yolsuzluğun, liyakatsizliğin, kayırmacılığın temelinde ahlâkî çürüme yatar. Bu çürüme topluma sirayet ettiğinde, adalet artık bir “ideal” değil, bir “iddia” haline gelir.
Sonuç Yerine: Vicdanı Olmayan Yasalar
Gerçek adalet, vicdanla başlar. Vicdanın olmadığı yerde yasa bile zalimleşir. Bu nedenle adil bir toplum kurmak istiyorsak önce ahlâkı yeniden inşa etmeliyiz — bireyde, ailede, kurumda, devlette.
Unutmayalım:
Ahlâk yoksa, adalet yoktur.
Çünkü ahlâksız adalet, adaletsizliğin en sofistike hâlidir.

