Gidişin, Mardin’in taş evlerine sızan bir hicran oldu,
Ney sesi değil, *Süryani kiliselerinde asılı kaldı acın.
Tarih, gözlerimde biriken yasla ıslanıyor şimdi,
Bir sokak çocuğu gibi, mendilime sakladığım yaşları
Kırık bir fıskiye misali akıyorum sessizce…
Buz dağı gibi duran tabutun karşısında,
Ruhun, bedeninden süzülen bir buğuya dönüştü.
Kazılan oda çok soğuk taş duvarlar üşütüyor seni,
"Kalk!" diyorum, mezar taşın gölgesi bile titriyor,
Toprak atarlarken, çocukluğum düşüyor avuçlarından…
Doyamadım kokuna; iş çıkışı açamadığım kapın,
Şimdi bir ahşap kapağa dönüştü, çivilerle kapalı.
Bir ney sesi değil, kırık bir gramofon hıçkırığı
Yüreğimdeki yangını körüklüyor karanlık odalar,
Lunaparkı olmayan çocukluğumun kayıp ışıkları.
"Beyaz güvercinler" dedim mezar taşına konan,
Kanadında pamuk şeker izi, gagasında uçan balon ipi.
Nemrut, güneşini seninle gömdü toprağa,
Sırtımda öksüzlüğün küfesi çocuk ellerim nasıl taşısın?
Gittiğin yolun bileti tek yönlü…
Dönüş, yokluğun alfabesi.
Annem, korktuğu yaşta bıraktı beni,
Gelinlik hayalim kefen oldu papatya tacım çamurla süslü.
"Arkamdan ağlama!" dedim…
O, güvercin kanadına sarıldı,
Ben, babasız kalan kız çocuğu, İsrafil’in sustuğu bir sûrda,
Yoluma dizilen bin küfe acıyı teker teker deviriyorum…
Heybemin bir gözünde öksüzlük, diğerinde yetimlik,
Taş sokaklar, ıslak mendil, kırık gramofon…
Ağlasın yağmurlar! Mardin’in kiliseleri ağıt yakıyor,
Babam, sen toprak oldun…
Ben, toprağa sığmayan bir çığlık!