Her şey bir fikirle başlar.
Derin bir acıyla yoğrulmuş, geceler boyu uykusuz kalınmış, susturulmuş vicdanların fısıltılarında yeşermiş bir fikirle. Partiler, bu fikrin yükünü omuzlamaya razı olan birkaç idealistin adımlarıyla kurulur. Bu insanlar bir şeylere "dur" demek için değil, bir şeyleri “başlatmak” için yola çıkar. Cesaretle, inançla, umutla…
Sonra o fikrin ateşine inanan gençler gelir. Kanı kaynayan, yüreği temiz, emeğini esirgemeyen bir kuşak… Onlar sokak sokak dolaşır, broşür dağıtır, pankart asar, sosyal medyada yazar, tartışır, anlatır… Dertlenir, kavga eder, yılmaz. Çünkü inanır.
İşte o zaman büyür hareket. Sadece eylemle değil, dualarla da. En içten, en samimi destekçiler ellerini açar göğe. “Allah doğruların yardımcısıdır” diye geçer içlerinden. Çünkü onlar ne koltuk bekler ne makam… Yeter ki memleket düzelsin, yeter ki adalet yerini bulsun, yeter ki "biz" kazanalım.
Ama zaman...
Zaman fikirleri yorar, duyguları aşındırır. Mücadelenin özünü unutturan, yerini alışkanlığa ve hesapçılığa bırakan bir hoyratlıkla gelir.
Önce muhalif görünenler usulca yaklaşır. Dün karşı çıkanlar, bugün yeni düzenin nimetlerinden faydalanmaya başlar. Makamlar paylaşılır, ihaleler bölüşülür, dostluklar(!) pekiştirilir. Kimsenin sesi çıkmaz, çünkü herkes "sistemin" içindedir artık.
Taraftarlar, yani en başta inanmış, bedel ödemiş insanlar, birer birer bertaraf edilir. Onlara "romantik", "eski kafalı", "prensipçi" denir. Düne kadar omuz omuza yürüyenler, birer yük olarak görülmeye başlanır.
Ve tabii ki her yapının kaçınılmaz gerçeği: Yalakalar baş olur.
Liyakat değil sadakat geçerlidir artık. Eleştiren değil, öven makbuldür. Makamlar ehline değil, dalkavuklara verilir. Kurulan her cümle, lideri yüceltmeye, her hamle, tabanı oyalamaya yöneliktir.
En sonunda, baş olanlar da "el" olur.
Bir zamanlar "kendi kararımızı kendimiz veririz" diyenler, artık başka ellerin kuklası haline gelir. Gün gelir, bir başkasının masasında kendi kaderlerini bekler hale düşerler.
Ve her şey biter.
Önce fikir kaybolur.
Ardından çaba…
Son olarak sevgi…
Geriye ne mi kalır?
Bir zamanlar uğruna mücadele edilmiş ama artık tanınmaz hale gelmiş bir yapı.
Boş sloganlar.
Günü kurtaran hamleler.
Ve kırılmış, küstürülmüş, sessizleştirilmiş koca bir kitle…
Son Söz olarak:
Her siyasi hareketin, her toplumsal organizasyonun, hatta her idealin başına gelebilecek bu çürüme, bir kader değil. Ama hep tekrarlanan bir gerçek. Bu yüzden unutulmamalı:
Bir davanın gerçek sahibi; fikriyle yola çıkan, çabasıyla büyüten ve sevgisiyle ayakta tutanlardır. Onlar giderse, geriye ne lider kalır, ne dava.

