Suskun olmaktan utanıyorken, bağırmaktan yoruldum ben.
Bağırmaktan utanır, susmaktan korkar oldum.
Çığlıklarımı yutkunuyorum...
Kimi zaman Adıyamanıma, kimi zaman Filistin’e, kimi zaman kendi pejmürde, biçare halime...
Sustuğum şey ne ise ona bakın, kan kustuğum şey odur.
Bağırdığım şey ne ise, korktuğum da odur.
Ey ulu canlar, hele söyleyin:
Niçin bağırır insan?
Ve neden susar?
Neden kısık ses olur, meydanların cazgırı?
Yankıların yankısı seslerin sahipleri niçin susar?
Ve neden bağırmak zorunda kalır utangaç adamlar?
Bunu çok geç öğrendim, size söyleyeyim ulu canlar, öğrenin, geç kalmayın siz de.
Sizin geç kaldığınız her gün, feryadı içine dert olanların ahını ziyadeleştiriyor.
Altından kalkamazsınız efendilerim.
Yedi kat batıverirsiniz.
Herkesin bağırdığı bir yerde, kısık seslere kulak verin.
Hakikat, çoğu zaman fısıltılarda saklıdır.
Kalabalıkların susturduğu kısık sesler, doğruyu söyleyenlerdir çoğunlukla.
Herkesin sustuğu bir yerde, susmak zulümdür.
Herkesin kısık ses olduğu yerde, fesatlık vardır.
İşte o vakit, bağıranlara, haykıranlara dikkat kesilin.
Sessizliğin ortasındaki çığlık, gerçeği haykıran son nefestir.
Doğruyu bulmak mı istiyorsunuz?
Sessizlik ile gürültü arasında, ince bir yolculuktadır doğru.
Duymak istediklerinize değil, duymanız gerekenlere kulak verin.
İnsancası budur.
Doğrunun sözü, hakikatin özü, ne sessizdedir, ne de en gürültülü olanda…
Hakikat, dikkat ve merhametle bakan gözlerin ve ruha kulak veren yüreklerin ödülüdür.
Bu ödüle talip olmamak, ne büyük zarardır!