Modern çağın getirdiği hızlı yaşam, dijital bağımlılık ve bireyselleşme anlayışı; toplumumuzun en güçlü yapı taşlarını, yani aileyi, akrabalığı ve komşuluğu derinden etkiliyor.
Bir zamanlar aynı sokakta herkesin birbirini tanıdığı, kapıların açık bırakıldığı, büyük sofralarda hep birlikte yemek yenilen bir kültürden; herkesin kendi ekranına gömüldüğü, yalnızlaştığı, bireyselleştiği bir yaşama geçtik.
Eskiden üç nesil aynı evde yaşar, dedeler torunlara hikâyeler anlatırdı. Şimdi ise büyük aileler küçüldü, hatta çoğu zaman aile içi bağlar bile zayıfladı. Akraba ziyaretleri azaldı, bayramlarda evler dolup taşmaz oldu. Komşular artık sadece merdiven boşluğunda selamlaşıyor, çoğu zaman yüz yüze bile gelmiyor.
Tüm bunlar sadece sosyal ilişkilerimizin değil, toplumun ruh sağlığının da yıprandığını gösteriyor. Çünkü insanoğlu yalnız yaşayacak şekilde yaratılmadı. Dayanışma, paylaşma, birlikte üretme ve birlikte yaşama; hem inancımızın hem kültürümüzün temelidir.
Bu uzaklaşmanın temelinde maneviyattan kopuş yatıyor. Hayatın merkezine maddeyi, hızı, tüketimi koydukça; anlamı, derinliği ve ruhu kaybettik. Oysa bizi biz yapan değerler; inancımız, kültürümüz, aile bağlarımız ve komşuluk ilişkilerimizdir.
Şimdi yeniden düşünmenin, yeniden inşa etmenin zamanı. Aile sofralarını büyütmenin, akrabaları hatırlamanın, komşunun kapısını çalmanın, maneviyatla iç dünyamızı güçlendirmenin zamanı. Çünkü toplumun temelini güçlendirmek, geleceğimizi sağlam temeller üzerine kurmak demektir.

