Arkadaşlar Merhaba !
Sohbetimize Rahman ve Rahim olan adıyla başlayalım.
Ezelden Ebede kadar, yağan her yağmur damlası, yağan her kar tanesi sayısınca bizden, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e Selam olsun.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.). Babasının adı Abdullah, Annesinin adı Âmine'dir. Hem baba, hem de anne tarafından temiz ve şerefli bir aileye mensuptur. Soyu Hz. İbrahim Peygambere dayanır.
Peygamberimiz Milâdi 571 yılı Nisan ayının 20'sine rastlayan, Rebulevvel ayının 12'ci gecesi Pazartesi sabahı karşı tan yeri ağarırken, Mekke şehrinde doğmuş ve beşeriyetin ufuklarını nurları ile aydınlatmıştır.
Kendisi dünyaya gelmezden iki ay evvel babası, dünyaya geldikten altı sene sonra da annesi öldü. Peygamberimizi süt annesi Haline nâmında bir kadın emzirdi. Peygamberimiz bu kadının yanında dört sene kaldı. Ondan sonra kendi annesine verdiler. Altı yaşındayken annesi ölünce, Peygamberimizi sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib baktı. Büyük bir ziyafet vererek sevgili torununa Muhammed adını koydu. Onun vefatından sonra, amcası Ebu-Talib baktı.
Peygamberimiz, Kureyş Kabilesinden adaletli ve zengin kadınlardan Hatitece ile evlendi. Hz. Muhammed o zaman yirmibeş yaşında idi. Hatice ise kırk yaşına gelmişti. Mutlu bir aile yuvası kuruldu. Hz. Hatice'den altı çocuğu dünyaya geldi. Sonra Mâriye namındaki kadından, İbrahim isminde bir oğlu olmuştur. Hz. Fatıma dan başka hepsi, Peygamberimizden önce ölmüştür.
Peygamberimiz 40 yaşına girince, Milâdi 610 yılının Ramazan ayında bir Pazartesi Hira Dağında ki mağara da, bütün varlığı ile Allah yönelmişti. Bu sırada Cenab-ı Allah tarafından görevlendirilen Cebrâil (a.s.) gelerek, Kur'an-ı Kerim'de Alâk Suresi'nin başında yer alan ayetlerini getirdi ve Allah tarafından Peygamber olarak görevlendirildiğini bildirildi.
Bu ayetlerin anlamı şöyledir :
"Yaratan Rabbin adıyla oku, O insanı alaktan yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini O öğretti."
Böylece Hz. Muhammed'e (s.a.v.) ilk vahiy gelmiş, Kur'an ayetleri inmeye başlamış oldu.
Mekke'de 13 sene insanları İslâm Dini'ne davet etti. 53 yaşında Allah'ın emriyle Mekke'den Medine'ye hicret etti. Medinede on sene yaşadı.
İSLÂMİYET'TEN ÖNCE DÜNYANIN HİÇ BİR YERİNDE HUZUR VE SÜKUN YOKTU.
CAHİLİYE ÇEÇAĞI'NDA İNSANLIK KARANLIKLAR İÇİNDE YÜZÜYORDU.
İnsanlık en korkunç günlerini yaşıyordu. Herkes şer kuvvetiyle iş görüyordu. Kan ve alev içinde insanlar boğuluyordu. Fitne fesat kasırgaları her tarafı kasıp kavuruyordu. Adalet kuvvete mahkumdu. İnsanlar insanlar tarafından, esir pazarlarında Bieber mal gibi satılıyordu.
"Mazlumlar, mağdurlar, garipler, sahipsizler, kuvvetlilerin pençesinde inim inim inliyor, insanlık en korkunç günlerini yaşıyordu. Fuhuş, kumar, faiz, ihtikâr, kan zulüm o dereceye varmıştır ki, zayıflar evlerine, "Ehl-i Kitap" dağ başlarına ve ıssız vâdilere sığınmıştı.
Zalimler ve şerefsizler insanlığa, kan ve göz yaşı döktürüyordu. Şerefli insanlar yerlerde sürünüyordu.
Kısacası barbarlık, dünya yüzünü kaplamıştı.
İŞTE BU ZAMANDA, BUNALAN İNSANLIK, ISLÂHI İÇİN BİR PEYGAMBERİN ZUHURUNA MUHTAÇTI.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz gelince çığlıklar bitti. Göz yaşları dindi. Köleler hür oldu. Kadınlar yüceldi. Erkekler, "sahte tanrıları"ları yıktılar. İffet, şefkat "devlet oldu." Mazlumlumlar, mağdurlar kuvvetlendiler.
Zâlimler, gaddarlar, alçaldılar, kahroldular.
Garipler, sahipsizler, kimsesizler, Peygamberimiz ve aziz kadrosunda, sevgi, yakınlık ve kardeşlik buldular. Güçsüzler güçlendiler, kendilerinde güç vehmedenler, "Hakkı'ın karşısında" el bağladılar.
Mazlumlar, Peygamber Efendimizin şefkat ve merhametinde huzur ve tevazu buldular. Zalimler Resulullah'ın heybetinden titrediler.
Tebessümü, kimsesizlere cesaret verirken, mübarek alnından kabaran damlalar zalimlerin ödünü koparıyordu.
İnsan kainatın hülasası, Peygamberimiz ise, bu hülasanın ruhudur. O yaratılmasa idi, âlem yaratılmaya değmezdi.
Bütün değerlerin mihengi O'dur. Allah O'nu varlığın ve değerlerin merkezi olarak yarattı. Varlık O'nunla manalandı.
İşte bu "dünya" Peygamberimizle şereflendi. İşte o an var ya ! İnsan idrakinin yöneldiği, akıl ölçülerinin varlık âleminde bir noktaya dönüştüğü, hikmet denizinin denizinin bir damlaya büründüm, insan havsalasının, hatta gönlün can attığı, ruh ve mana âleminin coşup taştığı, katrenin deryaya ulaştığı, Hasreti engelleyen manaların ortadan kalktığı, öncesi ve sonrasının kaynaştığı bir olayın zirvesidir Peygamber sevgisi.
Yani Peygamberimize tabi olup, Allah'a teslim olan insanlığın, âlemi sevgi karargahı haline getirip, O'nun zirvesinde
Kurtuluşa ermenin sevincidir sevgi.
Sevgiyi anlatmak mı zor, yoksa onun tezahürlerini yakalamak mı ?
Bence ikisi de zor. Fakat bizzat yaşamak ... Herhalde en zor olanı bu ...
Eğer bir sevgi aşk derecesinde ise, o anlatılmaz ancak yaşanır. Bizim milletimizin Peygamber sevgisi de böyledir. O sevgi, anlatılmaktan öte yaşanmak için sunulmuştur. Bir İlahî lütuftur, bir nasiptir.
Esas inanmış bir millet için en büyük olay, mutlak varlık olan Yüce Allah'a itaat ve ve teslim olmakla beraber, O'nun gönderdiği büyük haberciyi kabul edip, O'nun vasıtasıyla gönderilen yasak ve buyrukları cana minnet bilmektir. İşte bu yüce millet de bunu yapmıştır.
Bilindiği gibi insanlık tarihinin en önemli hadisesi, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in doğumu ve Peygamber olarak gönderilişidir.
Günümüzde ise hak ve adalet duygularının zayıfladığı, insanların birbirine kin ve nefret duygusuyla baktığı, ailede, toplumda, milletler arası camiada huzursuzlukların hızla yaygınlaştığı bir dönemde ; bugün en çok muhtaç olduğumuz sevgi, saygı, hoşgörü ve uzlaşma ortamının tesis edilmesi.
O'nun insanlığa ulaştırdığı, İlahî ve evrensel mesajların doğru öğretilmesi ve öğrenilmesi ile mümkündür.
İnsani erdemler açısından, yükselebileceği en üst noktaya ulaşmış, insani standart ve ölçülerle mümkün olabilecek, en ideal örnek insan modelini ortaya koymuş Peygamberimizi günümüz insanı her yönüyle örnek almalıdır.
Yoksulluk içerisinde kıvranan, toplum ve ülkeler bir yana, maddi kalkınması tamamlanmış Toplum ve ülkelerin bile manevi ve ruhi buhran içinde olduğu, bunalımlar geçirdiği göz önünde tutulursa, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in mesajına bütün insanlığın ihtiyacı olduğu açıkça anlaşılır.
Bu nedenle içinde bulunduğumuz 21. yüz yılın, bilimsel ve teknolojik açıdan ne getirirse getirsin, insanlığın mutluluğu, toplumun barış ve huzuru içinHz. Peygamber'in ortaya koyduğu eşsiz ahlâk prensiplerine her zaman ihtiyaç olacaktır.
Bu sebeple, huzur ve saadetin, barış ve kardeşliğin, iyilik ve yardımlaşmanın yollarını gösteren Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu eşsiz ahlâk prensiplerini arayışlar içerisinde olan beşeriyete tanıtmak, Müslümanlar olarak, İnsanlık âlemine yapabileceğimiz belki de, en büyük iyilik olacaktır. Başka bir ifadeyle, O'nun hayatının bilinmesi, getirdiği mesajın anlaşılması sadece müslümanlar için değil, bütün insanlık için yeni bir ufuk açacaktır.
Fakat böyle bir misyonu yerine getirebilmek için, bu dine mensup bizlerin Resulullah'ı yeniden okuyup anlamamız gerekmektedir.
Peygamberimizi çok iyi tanımalı, O'nu gençlerimize ve çocuklarımıza en güzel şekilde anlatmalıyız. Zira Yüce dinimiz İslâm'ın gerçek anlamda anlaşılması sürecinde, Peygamberimiz (s.a.v.)'in bütün yönleriyle ile bilinmesi, merkezi bir öneme sahiptir. Peygamberimiz olmadan, İslâm Dini'ni tasavvur etmek mümkün değildir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)'i tanıyıp, tanıtmak demek, doğrudan doğruya, O'nun şahsında İslâm'ı insanlığa tanıtıp ve sevdirmektir.
Peygamberimizin getirdiği evrensel dini değerleri yeni bir ruhla insanlarımıza anlatmak, milletimizde zaten var olan Peygamber sevgisini daha canlı tutmak ve gençlerimize, çocuklarımıza, O'nu tanıtmak öğrendiklerini tam manasıyla yaşamalarını sağlamaktır.
Türk Milleti, iç ve dış şartları ile yekpare bir bütünlük arzeden Peygamber mesajını, belki ilk defa,aslında ki saffet ve sadelik "Asr-ı Saadet" sonrası kucaklayan ve O'nu bir kültür, bir irfan ve bir ahlâk disiplini olarak algılayan bizim milletimiz olmuştur.
Peygamber sevgisi ve bunun bizim insanımız üzerinde, tesir ve tezahürü geçici olmayıp tabi ve fıtri bir özümlemedir.
Türk Milleti, asırlarca "Allah'ın Kelamını Yüceltmek" için, "Dini ve Devlet, Mülkü Millet" için, "Nizam-ı Âlem" için, canını, evladını ve malını feda etmiştir.
Ecdadımız, on asır İslâm'ın baraktarlığını yapmış, "İ'lay-ı Kelimetullah" yolunda, kıtalar fethetmiştir. Yine bu millet kurmuş olduğu devletlerin temelini Allah'ın adıyla atmış, binasını imanıyla sağlamlaştırmıştır.
Türk Milleti, Allah'jn "İslâm'a hizmetle şereflendirdiği bir millettir." Millet olarak "İslâm ce iman ve ahlakına" sarılarak ehliyetli ve imanlı yetişenlerimizle, ilimde, teknikte, doğru, güzel, iyi olan yani kısacası bütün değerlerle gelecek çağlara doğru tırmanışa geçersek, bu diriliş ve yükseliş hareketi başarıya ulaşırsa, İslâm, bütün ihtişamı ile tekrar âlemi parlatacaktır. Çünkü Türk Milleti ne kadar güçlü olursa, İslâm'da o kadar güçlü olacaktır.
Eğer Allah, insanoğluna yeni bir "hidayet kapısı" açacaksa, görünen odur ki, bunu yine Müslüman Türk Milleti başaracaktır.
"Allah ve Peygamber Sevgisi" insan ruhunun varabileceği son kemal durağı, tırmanabileceği tek zirvede.
Arkadaşlar !
Allah'ın hayrı, bereketi, fazileti, feyzi, af ve mağfiret'i, rahmet ve merhameti, nuru ve şifası ve Selamı, Peygamberimizin Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Şefaatı ve Selamı hepinizin üzerine olsun.
Arkadaşlar !
Sevgi, duâ ve en kalbi muhabbetlerimle ...
Kalın Sağlıcakla.

