Toplumda menfi haller bulaşıcıdır. Hem de çok hızlı yayılır, çünkü nefsi emmare güçlü, inanç zayıftır. Küfür, bela, yozlasma , yalan bir anda küf atar gibi her yana yayılır. Demiş ya atını gasp eden hırsıza; al götür atımı ama kimseye anlatma bunu , anlatırsan hem kötülüğü yaymış olursun hemde yolda kalmış biri için kimse durmaz artık. Hırs, garez, aç gözlülük güçlüdür. Nefsi levvame zayıftır.
Müsbet hallerinde bulaşıcılığı vardır elbette. Merhamet, ikram, izzet, ismet, kanaat bulaşıcıdır. Ancak daha yavaş daha sabırkar daha zamanladır.
Hele ki disiplinin, düzenin , birbirinden utanmanın kalmadığı sosyal yıkım zamanlarında. İnancın, gelenek ve göreneklerin; yazılı kanunların, yönetmeliklerin, yasaların işlemediği, işleyemediği dönemler… İşte o zaman sui misal, emsal, sui emsal hızlaca esas haline gelir. Ve biz ne olduğunu anlamadan, çürümenin tam ortasında buluruz kendimizi.
-Usta tamir ettin mi ne kadar el emeğin?
-Bin TLdir.
-Çok değil mi?
-Ooo aşağıdaki usta iki bin isterdi. Bana teşekkür etmen lazım.
Herkes hızlıca en kötü, en haksız en yanlış hareketi terazi yapar, terazinin bir kefesine vicdanını koyar, diğer kefesine cüzdanını koyar, kötü olan herşeyi atar kefeye, kasa kefesi ağır basar.
Yine zaman zaman dediğim gibi çöp çöpü çeker. En temiz yere atın bir peçete yada su şişesi arkası gelecektir merak etmeyin.
Toplum şu an tamda kendi üretimi olan bu çaresizlikle boğuşmaktadır.
Depremden sonra sadece binalar değil, dengeler de yıkıldı değil mi? Sadece evler değil, düzenler de göçtü. İnsanlar evsiz kaldı, ama bazıları da vicdansız kaldı. Denetim zayıfladı, dayanışma zamanla yoruldu, hemen kötü örnekler baş göstermeye başladı.
Bir de üstüne vicdanının sesini dinleyenlerin başına gelenler... Yozlaşmaya, haksızlığa, kayırmaya, ahlaki olmayan herşeye “dur” diyenlerin ötelenmesi, örselenmesi ve görülmemesi. Onların sesinin cılız kalması… Öte yandan, hırsı, bencilliği ve yalanı kendisi için mubah görenlerin köşe başlarını tutması, imkanlara çöreklenmesi, ve alkışlanması...
Tabi her zaman onlar için daha kötü bir sui misal vardır. O yüzden kendi yaptığı nedir ki? En masumu o dur.
İşte kötü örneklerin, yeni kötü örneklere anaçlık ettiği bir ortamdayız. Bu çürümeyi kabulleniyor bizde kendimizce çürümenin en azıyla haz almaya devam ediyoruz. Bu
bataklık zemini kurumadıkça, pis su boşalmadıkça, ne dikersek dikelim çürüme devam eder. Peki nasıl? Nasıl ıslah edeceğiz bu karanlığı?
Cevabı çok açık; Katı, tarafsız ve herkes için eşit şekilde işleyen kanuni yaptırımlar ile. Hiçbir grubun, hiçbir şahsın, hiçbir kurumun ayrıcalıklı olmadığı; iyinin ödüllendirildiği, kötünün cezalandırıldığı bir düzenle. Aksi halde bu yıkımın adı artık “afet” değil, “ihmal” olur. “Kader” değil, “tercih” olur.
Umutsuzlukta bulaşıcıdır. Umutta. Sessizlikte bulaşıcıdır itirazda. Ama yavaş ama bedel ister. Ve sonra birilerinin çıkıp “bizimkisi de böyle işte…” demesine karşı, hayır kardeşim doğrusu budur diyecek irade.
Bu irade tek tek biz fertlerde çok işe yaramıyor sanki. İdarenin iradesine ihtiyaç var. Ez cümle idarenin adil iradesini umut eder saygılar sunarım...

