Zaman zaman toplum olarak zor sınavlardan geçiyoruz. Olaylar, krizler, belirsizlikler birbirini kovalar. Bu gibi dönemlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, sadece bilgi ya da cesaret değil; aynı zamanda feraset ve dirayettir.
Feraset, olayların görünen yüzünün ardını okuyabilme, derin bir kavrayış ve sezgiyle doğruyu yanlıştan ayırabilme becerisidir. Bilgiden öte bir hikmettir. Karşılaştığımız karmaşık olaylar karşısında, feraset sahibi insanlar doğruyu daha erken görür, dengeli tavırlar alır. Panik yapmaz, kabuğuna çekilmez, öngörüsünü yitirip savrulmaz.
Ama sadece görmek yetmez. Görülen gerçeği taşıyabilecek bir irade de gerekir. İşte burada dirayet devreye girer. Dirayet, zorluklar karşısında metanetli olmak, kararlılıkla doğru bildiği yolda yürümektir. Ferasetle doğruyu gören kişi, eğer dirayet sahibiyse, bu doğruyu savunmaktan, uygulamaktan ve bedel ödemekten kaçınmaz.
Bugünün dünyasında feraset kadar dirayet de eksik. Görüp susanlar, anlayıp çekilenler çoğaldı. Oysa tarih bize gösteriyor ki, gerçek değişimler feraset ve dirayetin el ele verdiği zamanlarda gerçekleşmiştir.
Kişisel hayatlarımızda da bu iki kavrama çok ihtiyacımız var. Karar alırken, ilişkilerimizi yönetirken, hayat yolculuğunda karşılaştığımız fırtınalarda... Her şeyden önce kendimizi tanımakta bile ferasete, kendimizi dönüştürmekte dirayete muhtacız.
Unutmayalım, feraset hakikati gösterir, dirayet ise ona sadakati sağlar. Birini diğerinden ayırmak, yürüyen bir geminin dümenini almaktan farksızdır.
Bugün, birey ve toplum olarak en çok ihtiyacımız olan şey belki de bu iki erdemin yeniden yeşermesidir: Feraset varsa, dirayet de vardır. Ve işte o zaman yolumuz açıktır.